Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, birçok şeye yetişemiyor gibi hissediyorsunuz. Hele ki işiniz sosyal medya üzerineyse, gün içinde bölünmeden çalışmak mümkün değil ne yazık ki. Masaüstünde cevaplanmayı bekleyen küçük adamcıklar, okunmayı bekleyen mailler, Facebook sayfanızda biriken yüzlerce update, timelineda kaybolan tweetler, readerınızda birikmiş binlerce blog yazısı, yazılmayı bekleyen onlarca sayfayı dolduracak fikirler, kağıtlarda to do listler… Düşününce bile hafakanlar basıyor bana bu gece vakti.
Her şeyin de ötesinde sevdiklerinize, arkadaşlarınıza vakit ayıramıyorsunuz. Onların arasına karışamıyorsunuz. Bir şekilde hep eksik kalıyorsunuz. Bilgiden overdose oluyorsunuz, öğrendiklerinizi not almazsanız unutuyorsunuz, sonra okurum diye bookmarka eklediğiniz sayfalar ise tarihin tozlu dijital klasörleri arasında kaybolup gidiyor.
Clay Shirky vakti zamanında bilgi overdozu yoktur, sadece filtrelenmemiş bilgi vardır demişti. Fakat bu bildiğimiz filtrelerden değil. Hani sizin istemediğiniz şeyleri göremediğiniz filtrelerden değil. Dijital filtreler hiçbir şeyi yok etmiyor, sadece tıklanma oranı düşük sayfaları, yazıları öteliyor. Böylece sizin önünüze daha akıllı içerikler kalıyor. Google+’ın oluşturmaya çalıştığı şey işte.
Bir tek ben değilim böyle hiçbir şeye yetişemiyor gibi hisseden, yaşayan. Bu satırları okuyan birçoğunuz aynı şeylerden muzdaripsiniz. Facebook arkadaşlarınızın birçoğu ile hiçbir paylaşımınız yok değil mi? Benim de, çünkü insan aynı anda maksimum 150 kişiyi takip edebilir. (bkz: 5,000 friends on Facebook? Scientists prove 150 is the most we can cope with)
Son 20 yılda bildiğimiz her şey şekil değiştirdi. Tom Robbins’in Parfümün Dansı’nda olduğu gibi, geçmişten biri düşüverse yanımıza, köpekbalığı görmüş masum köylü gibi ters yöne doğru yüzer herhalde. Algılayamaz bizi, küçük robotları. İnternet, bilgimizi – bilgiye olan erişimimizi tamamen değiştirdi. Her kapıyı açan sihirli bir anahtar gibi. Siyaset, kültür, sağlık… aklınıza gelebilecek her şey dijitalleşti. Barack Obama bile Instagram hesabı açtıktan sonra, güneş altında söylenmedik söz kalmadı.
Bakmayın benim şimdi böyle umutsuzlukla bir şeyler karaladığıma, aslında belki de birçoğunuzdan daha fazla seviyorum interneti. – Off the record – Geçenlerde doktora gittim, yaklaşık 4 saat bağlantıda kalamadım diye hastalandım. Midem falan bulanmaya başladı, yoksunluk krizine girdim resmen. Yani aslında ben bir bağımlıyım. :/
Benim gibiler için geleceğe umutla baktıran bir kitap var. Türkçeye çevrilmesini can-ı gönülden isterim, Too Big to Know adı. Yazarı Harvard Üniversitesi‘nden David Weinberger. Ona göre bizler, tarihin altın çocuklarıyız. Ya da altın bir çağda yaşıyoruz :)
Nihayet teknoloji, insanların bitip tükenmeyen merakının hızına yetişti. Bu altın çağda çok sayıda iş ve araştırma alanı baştan yaratılıyor. Geçmişe öykünmek yerine, bugün bu evrilmeye boyun eğmek gerekiyor bir şekilde. Unutkanlıklarınız, yetişememekleriniz falan hoş görülecek. Zeki Müren de sizi görecek.
Yazıma burada son verirken sizi zamanın hiçbir şey olduğu ile ilgili küçük bir video ile baş başa bırakıyorum.
Kien Lam, Amerikalı bir fotoğraf sanatçısı. Bir gün işini bırakıp, dünyayı gezmeye başlıyor. 17 ülkeyi 343 günlük bir gezide dolaşuyor. Bilgisayarı başında sıkılanlar için güzel bir 5 dakika.
Sevgiler