Her ne kadar kıskançlık ilkel bir duyguymuş gibi görünse de yüzyıllar boyu insanoğlunun bir türlü evrilememiş ve gelişememiş bir parçası. Hatta öyle ki son dönemlerde belki de en çok bu duygu ile gündelik hayatımızı sürdürüyoruz. Her gün tweetlerini okuduğumuz, Facebook’ta fotoğraflarını gördüğümüz, Foursquare’de gittiği yerleri takip ettiğimiz ama aslında hiç tanımadığımız onlarca insanı gizliden gizliye kıskanıyoruz.
Devre uyalım ve buna da yeni bir olguymuş gibi hemen bir isim uyduralım: Dijital Kıskançlık
Aslında dijital ve geleneksel tüm pazarlama faaliyetleri, reklamlar, diziler kısaca her gün tonlarcasına maruz kaldığımız satın alma mesajları ile dolu girdiler o ilkel duygumuza, kıskançlığa oynar. Hepimiz bunun böyle olduğunu biliriz. O yüzden yıllardır çevremizde neyi görürsek onu kıskanır, arzular ve ulaşmaya çalışırız.
Ama artık günümüzde çevremiz öyle genişledi ki başta da söylediğim gibi tanımadığımız insanları kıskanır hale geldik. Twitter takipçi sayısı yüksek kişileri, durmadan gezip birbirinden güzel şehirlerin sembol heykelleri önünde çekilmiş fotoğraflarını Facebook’a ekleyen arkadaşlarımızı ve onların mutluluğunu içten içe kıskanıyoruz. Dijital kıskançlık bizi olmayan bir dünyada, gerçek insanların sanal hayatlarını gözetleyerek yalnızlığa mahkum ediyor. Aslında neyin gerçek neyin abartı olduğunu bilmeden, gördüğümüz her şeye inanıyoruz.
“Bir örnek vereyim de anlattığım pekişsin” bölümünde bugün konuğumuz “ben” olayım. Geçenlerde çok güldüğüm için eleştirildim. Durmadan gülüyorum, bütün fotoğraflarda 32 dişim tekmili birden sırıtıyorum diye beni dertsiz tasasız sanan bir ünlü Türk düşünürü Facebook profili üzerinden bana sataşmış, bana kibarca “etrafında olup bitenden habersiz, aklı beş karış havada eller havayacı kız” muamelesi yapmış. Hayır, öyle olsam ne olur onu anlamadım da epey kuruldum. Hatta gidip şu yazıyı yazdım: Modern Çağda Mutsuz Olma Rehberi
Twitter’dan Can’a ayakkabı aldığımızı duyurduğum günün ertesi sabahında Can’a daha günaydın demeden ayakkabılarına bakan cağnım vatandaşlarımızı da es geçemiyorum ve bu nedenle konuyu yine akademik bir araştırmaya bağlayarak huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Her şeyin en iyisini bilen üniversite Stanford’da bir grup sosyal psikolog “Facebook Envy (Facebook Kıskançlığı)” üzerine bir çalışma yapmışlar. Araştırmaya 460 üniversite öğrencisi katılmış ve birçoğu yalnızken ya da mutsuzken Facebook’ta paylaşım yapmamış. (Bkz: Study shows social networking sites can lead to negative self-image)
Bu bize neyi kanıtlar peki?
İnsan olarak olumsuz duygularımızı saklamaya programlıyızdır. Çok yakınımız olmadıkça arkadaşlarımıza mutsuz, bitmiş halimizi göstermeyiz. Çünkü bu “cool” olmaz Ama çok eğlendiğimizi, tatile gidip yeni yerler gördüğümüzü hemen Facebook’ta update ederiz. Bu bizi benzersiz, diğerlerinden farklı kılar. Sonuçta da bizi takip edenlerde şöyle bir algı oluşur: ”etrafında olup bitenden habersiz, aklı beş karış havada eller havayacı kız”
hehe. Hadi kolay gelsin